Grafik Tasarımcı Olarak Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği
Grafik Tasarım’ın bu sayısı için benden bir yazı isteyen meslektaşım, “Biliyorum, tasarımcılar yazmaktan fazla hoşlanmazlar ama senin için önemli olan herhangi birşey hakkında yazabilirsin, belli bir konu yok...” diye söze girdi. Başta kulağıma hoş gelen bu sözler, deadline’ım yaklaştıkça -itiraf etmeliyim ki- beni endişelendirmeye başladı. Endişemin kaynağı aklıma birşey gelmemesi değil, aksi yöndeki tüm gayretlerime rağmen, mesleki anlamda ciddiye almayı sürdürdüğüm bazı konulardan hangisinin kaleme almaya değer olduğuydu. Dolayısıyla kendimden, eğitimimden, yaptığım işlerden, aldığım ödüllerden, hizmet verdiğim kişi ile kurumlardan söz etmektense, bu fırsatı iyisiyle kötüsüyle bir tasarımcı olarak yaşadıklarımdan esinlenerek, daha önemlisi başka tasarımcıların da katkılarıyla geliştirmeyi hayal ettiğim Merak Edenlere Tasarımcıları Kullanma Kılavuzu’na yönelik bir giriş yazısı/fikir egzersizi olarak değerlendirmeye karar verdim.
80’li yılların sonunda üniversitede okurken, soranlara bazen “Grafik okuyorum” diye kestirme cevap verirdim. Düşünce balonlarında soru işareti uçuşanların yanısıra, kafasını sallayarak “Aaa, o zaman istatistikten iyi anlarsın” diye onaylayan da vardı. Yıllar sonra reklam sektöründen ayrılıp da, kendi müşterilerimle çalışmaya başlayınca, bazılarının bir grafik tasarımcıdan beklentilerinin ne olması gerektiği, hangi bilgileri paylaşacakları, çalışmanın aşamaları ve fiyatlandırma gibi konularda tereddütleri, yer yer bilgi eksiklikleri olduğunu gördüm. Bazılarının kartvizitlerindeki titrlerine bakıldığında, işveren adına tasarımcıyla ilişkiyi götürecek olan da onlardı. Tabii her işin kendine göre zorlukları vardır ama “grafiker, grafik tasarımcı, grafik sanatçısı, grafik uygulamacısı,” gibi tanımların karmaşasından sıyrılıp da varlığınızın sebebiyetini tam kavradığından emin olamadığınız birileriyle çalışmak ve ikna etmek ayrı bir meseledir.
İş hayatına girip reklam sektöründen ayrıldığım 2000’li yıllara kadar geçen süre içinde hızla ‘gelişip’, dünya ile daha entegre bir tüketim toplumuna dönüştük. Doğal olarak bu sonucun baş aktörlerinden olan reklam ajansları, bu süreçte müşterilerinin artan iletişim gereksinimlerini büyük bir iştahla karşılayıp, onların gözünde çözüm için neredeyse tek adres haline geldiler. Belki de bu nedenle, ajans bünyesinde alınan tasarım hizmetinin çok da ayrımında olmayanlar, bazı alanlarda direkt olarak grafik tasarımcılarla daha verimli çalışabilecekleri bilgisinden de yoksundu. Tabii kimi zamanlar herhangi bir ürünün tasarlanma bedelinin baskı gibi üretim kalemleriyle telafi edilip müşteriye yansıtılmaması, doğal olarak bunun bedava bir hizmet olduğu izlenimini doğurdu. Geçmişte bir reklam ajansıyla çalışmış olup da sonradan bir tasarımcıyla çalışmaya başlayanlar bu yüzden bazı fiyatları anlamakta zorlandılar. Grafik tasarımın, daha somut algılanabilen diğer tasarım disiplinlerine (mimari, iç mimari, çevre, moda, mobilya, endüstriyel, takı gibi) kıyasla neredeyse oksijen şeffaflığında olması da işleri kolaylaştırmıyordu!
........
Tabii ardarda gelen ekonomik krizler, özellikle soyut uğraşlar olarak algılanan veya ‘lüks’ kategorisine hemen düşüveren, olmasa da olur diye nitelenebilen yaratıcı işlerde çalışanları derinden etkiledi. Daha aza daha çoğunu yapmaya talip olanların sayısı arttı. Kalite kaygısı yerini düşük maliyet kaygısına bıraktı. ‘Sen yapmazsan yapacak birini buluruz’ zihniyeti bir iş yapma biçimine dönüştü. Demokles’in kılıcı gibi tepemizde duran yeni bir kriz ihtimali ise risk alma yetilerimizi zayıflattı.
Kimsenin vazgeçilmez olmadığı gerçeği kimi zaman en acımasız haliyle yüzümüze vurulurken, kimi zaman yeni oluşumların kapısını da araladı. 60’lı yıllarda Marshall McLuhan’ın dediği gibi, önce biz teknolojiye şekil verdik, sonra o teknoloji dönüp bizi şekillendirmeye başladı. Gutenberg çağının yerini Jobs çağına bırakmasıyla sadece işimizi yapma biçimimiz değil, düşüncelerimiz, konuşmalarımız, algılarımız, değerlerimiz, hayatlarımız da değişmeye başladı. Bir yanda fiber optik kanallar üzerinden kurulan iletişim, sosyal paylaşım siteleri, sanal kimlikler, bizi 24/7 ulaşılabilir kılan cep telefonları, i-phone’larımıza indirilen parçalar, koşu bandında spor yaparken okunabilen tabletler, takip edilen döviz kurları, seyredilen diziler... Diğer yandan nostaljik Moleskine defter tutkunları, vinil plaklar, retro trendler, doğaya dönüşler, kronikleşmiş, kırılamamış, kemikleşmiş bazı olgular, refleksler, bu topraklarda yaşamanın kendine özgü bütün getiri ve götürüleriyle karmaşık, stresli, yeni bir dünya düzeni.
Grafik tasarımla ya da yukarıdaki bağlamda belki daha doğru bir tanım olan görsel iletişim tasarımıyla uğraşan insanlar olarak karşılaştığımız sorunların veya dillendirdiğimiz şikayetlerin temelinde, belki de bizlerden faydalanmasını beklediğimiz kesimlere yeterince ulaşamış olmamızın yattığını düşünüyorum. Bugün işini hızlı ve makul bir fiyata halletmek isteyen biri, bir logoyu neredeyse 100 dolar karşılığında internet üzerinden sipariş edebiliyor. Üstelik memnun olana kadar sayısız alternatif görerek. Aynı işi daha pahalıya, daha fazla zamanda ve 2-3 alternatifle sınırlayarak yapacak olan bir tasarımcıyı neden tercih etsin? Bugün İstanbul’un inşa edilmekte olan yeni semtlerinden birinde 1+1 daire fiyatına kitap yaptıracak kaç müşteri var? İstisnalar kaideyi bozamıyor, yeni gerçekler birşeyleri gözden geçirmemiz gerektiğinin sinyalini veriyor.
Her ne kadar tasarımın bir katma değer olduğu bilinci yaygınlaştıysa da, yaptığımız işe bizim biçtiğimiz değer ile başkalarının biçtiği değer arasındaki mesafenin tasarımcı lehine kapanabilmesi için, kişisel başarı hikayelerinin, şişkin egoların, köşe kapmacaların, pozisyon sağlamlaştırmaların, cilali imajların çok ötesinde bir yerlerde, bir düşünce ve varoluş biçimi olarak, sosyal, ekonomik ve kültürel boyutlarıyla tasarımın içerdiği potansiyeli daha iyi anlamamız ve anlatabilmemiz gerekir.
Mesele, tasarım bilinci zaten gelişmiş, bunun gerekliliğini ve kayda değer bir bedel karşılığında alındığını anlamış kişi ve kurumları ikna etmek değil... Euro bazında katılım ücretleriyle havalı isimlere verdirilen marka konferansları da değil... Mesele “Çağı yakaladık! Biz de varız!” öforisine (tıp dilinde “Bir kimsenin -özellikle hastanın- kendini olduğundan çok daha iyi ve güçlü hissetmesi”, Euphoria) ve kibrine kapılmadan, temelleri artık çok da sağlam görünmeyen bir yapının bazı taşlarını yeniden gözden geçirmek sanırım. Sayısı hergün artan özel üniversitelerde öğrencilerinin çoğunluğuna gelir kaynağı olarak bakan tasarım bölümlerinin neye yaradığı, pratikte %50-70 indirimlerin beklendiği bir piyasada meslek örgütleri tarafından önerilen fiyatların neye dayandırıldığı, üniversitedeyken aldığı pazarlama dersinden aklında kalanlarla yetinen iddialı iletişim sorumluları, tasarımın her alanda toplumsal yaşam kalitemizi arttırmaya yönelik kullanımlarından bihaber olan yetki sahipleri üzerine düşünmemiz, tartışmamız, becerebiliyorsak da iyileştirmeye yönelik çabalarımızı arttırmamız gerekiyor. Teniste de olduğu gibi; kendinizce iyi bir oyuncu olabilirsiniz. Ama karşınızdaki kötü bir oyuncuysa sizin de oyununuzu bozar.
Bu kadar ciddiyet bana da size de yetti herhalde! Yazımı bitirirken, zaman zaman beni düşündürmüş birkaç cümleyi (ve kısa açıklamalarını) paylaşmak istedim. Bazıları yaşarken trajikti, şimdi sadece komikler. Merak Edenlere Tasarımcıları Kullanma Kılavuzu’ma da ilham kaynağı oldular... Bu da grafik tasarımcı olarak varolmanın dayanılmaz hafifliği olsa gerek!
“Şirketimizin logosunu zamanında babamız çizmişti.”
Logo, toplantı odasında yerde duran deri bir postun ortasına da işlenmiş. Hassas konu anlayacağınız.
“Beni baştan yarat.”
30 yıllık meslek hayatı boyunca, bunun bir maliyeti olacağını, zaman ve planlama gerektirdiğini tam kavrayamamış, bu samimi sözleri sarfettikten 6 ay sonra ise sekreteri aracılığıyla benimle artık çalışmak istemediğini iletmiş olan bir iş sahibi.
“Bu işin tipolojisini çok beğendik."
Tipografi demek istiyor galiba. Beğenilmemesinden iyidir.
“Çıktıları haftasonu eve maç seyretmeye gelen arkadaşlara da gösterdik, pek anlamadılar, acaba bir iki alternatif daha mı görsek?”
İş haftabaşı baskıya girecek(ti)... Gooool!
“B.k gibi olmuş... Zaten hepiniz kısa saçlısınız.”
Reklam ajansı günlerimden... Kendi marka sorumlularının yanlış brief’i üzerine hazırladığımız ve doğal olarak çöpe giden kampanyanın sunulduğu toplantıda, müşteri kısa saçlı kadınlar olarak hepimize ağzımızın payını böylece vermiş oldu.
“Kapakta eseri kadrajlamak sanatçısına hakarettir.”
Kapakla yapıtın farklı şeyler olduğunu bilmemek de tasarımcısına!
“Neyin oluyo ya bu kadın?”
Bir müşterimin çalıştığı matbaanın sahibi, işimin baskı kalitesini beğenmemem üzerine, benimle ilgili isyanını müşterime bu şekilde iletmiş. Söylediklerinin gerisi terbiye sınırlarımı aştığı için bu kadarını yazıyorum.
“Ben bu tesise 5 milyon Euro’luk yatırım yaptım!!!”
Neye yatırım yapsam diye düşünüp matbaaya karar kılmış biriyle yaptığım bir telefon görüşmesinden. Yarım saat süren konuşmamız boyunca baskıya gönderdiğim işin fontlarını nasıl olup da değiştirmeyi başardığını anlamaya çalıştım, sinirlenip telefonu yüzüme kapadı.
“Bu toplantı burada bitmiştir.”
Bir holding patronu, onaylanmış bir bütçe ve konsepte rağmen, görüşmemizin ortasında eline kağıt kalem alıp sayfa düzeni yapmaya başlayınca itiraz ettim. Sonuç: kendisi tarafından 5 metrelik toplantı masasının bir ucundan diğerine sinirli bir şekilde fırlatılan teklifim, terk edilen bir oda ve gerçekleşmeyen bir proje.
"Grafik Tasarımcı Olarak Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği", Grafik Tasarım dergisi, Mart 2012.
Back to Top